10 Mayıs 2025

Eşeğin başçavuşu

3 Ekim 2023. Günlerden Salı. Yer: Tunceli-Hozat. Nam-ı diğer Dersim. Kimine göre Dersim kimine göre Hozat.

Askerdeyim. Prefabriğimsi odamdan çıkıp karargâha gidiyorum. Gazinodan geçerken bahçedeki kamelyalardan birinde asteğmenlerin hararetli bir şekilde konuşmaları dikkatimi çekiyor. Yanlarına gidip neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorum. Terhis olup evine dönmek üzere olan Mehmet, heyecanla bir şeyler anlatıyor. Birlikten ayrılmadan önce saç tıraşı olmak istemiş. Berber olarak da bir süredir tanış olduğu Gaziantepli bir eri seçmiş. Mehmet de Kilis’tendi. Kilis ve Gaziantep’in yakın olması sebebiyle aralarında hemşehrilik esaslarına dayanan bir bağ vardı sanırım. Erin ismine, kimliğini açığa çıkarmamak için “Ekrem” diyelim. Ekrem’i tanımıyorum. Sadece, gazinodan başka bir erle kavga edip karargâh berberliğinden topçu taburunun berberliğine gönderildiğini duydum. Mehmet de askerdeki son tıraşını artık topçu taburunun berberi olan Ekrem’in yapmasını istemiş. Tıraş olmadan veya bittikten sonra topçu taburundaki başçavuş, Mehmet ve Ekrem’in yanına gelmiş. Başçavuşun ismi de “Recep” olsun. Eğer isterseniz “Tayyip” de olabilir.

Tayyip Başçavuş berber bölümüne geldikten sonra Ekrem’e “topçu taburundan olmayan birini tıraş etmemesi gerektiğini” ve “emirlerine uygun davranmadığını” söyleyerek kızmış. Ardından Ekrem’i bulundukları kısımdan çıkarıp biraz hırpalamış. Anladığım kadarıyla, “şiddet uygulamış” diyebileceğimiz kadar hırpalamış. Çok sonraları Tayyip Başçavuş ve Er Ekrem arasında birkaç gündür süregelen bir gerginlik olduğunu duymuştum.

Ekrem’in maruz kaldığı muamele üzerine Mehmet de Ekrem’i savunmak istemiş. O sırada Tayyip Başçavuş’la Mehmet arasında sözlü münakaşa yaşanmış, küfürler edilmiş. Kavga çıkacakken topçu taburundaki uzman çavuşlar vs. araya girmişler. Daha sonra olay, o anda birliğimizdeki en rütbeli asker olan albaya taşınmış. Konuyu albaya taşıyanın Mehmet olduğu aklımda kalmış. Albayımızın adı da “Halk” olsun. Mehmet, “Halk” isimli albaya konuyu anlattıktan sonra albay, Tayyip Başçavuş’u çağırtmış. Ardından ona “Yaptıklarını sana yakıştıramadım.” demiş. Sonra konu kapanmış. Daha sonra da Mehmet gazinoya gelip olayı asteğmenlere anlatmaya başlamış.

---

Askerdeyken, içinde bulunduğum ortamın rezilliği dolayısıyla acı çekmemek için zaman zaman aklımı ve düşüncelerimi bir kenara bırakıp kendimi koşullara teslim ediyordum. Bu teslimiyet de bazen gevşememe sebep oluyordu. Gevşediğim anlarda ise olaylara ilk başta duygusal reaksiyonlar verebiliyordum. Mehmet olanları anlattıkça, albayın konuyu bu şekilde kapatmış olmasına öfkelendim. Benimle beraber diğer asteğmenler de durumdan rahatsız oldular. Öfkem dolayısıyla ilk başlarda Tayyip Başçavuş’un astı olan bir ere şiddet uyguladığı için gereken cezayı alıp bedel ödemesini istedim. Fakat bu isteğimin yanlış olduğunu anlayıp kısa bir süre sonra zihnimi toparladım. Çünkü gerçek bir hukuk, cezalar üzerine ve adalet örtüsü altına gizlenmiş intikam duygularına değil; masumiyet üzerine kurulmalıdır. Çünkü her insan bir bakıma masumdur. Tayyip Başçavuş, Ekrem hata yapsa da; ona şiddet uygulamanın yanlış olduğunu bilseydi bunları yapar mıydı hiç? Yahut taburdaki otoritesinin sarsılıp gücünü kaybedeceğinden endişelenmeseydi Ekrem’e böyle yapar mıydı? Bilmiyordu ki. Doğrunun ne olduğunu bilmiyordu. “Hakkın, hukukun, adaletin” ne olduğunu bilmiyordu.

Kendimize düşman olarak cahili değil cehaleti; zalimi değil zulmü seçmeliyiz. Çünkü her insan, içinde iyiliğe dair izler taşır. Hatta bazen bize böyle görünmese de insanlar daima iyiye hizmet etmeye çalışırlar. Zaten böyle olmasaydı, iç dünyalarında çelişkiye düşüp belki de çıldırırlardı. Sadece bazıları, iyinin ne olduğunu pek bilmiyorlar. Henüz keşfedememişler. Belki hiçbirimiz tam olarak bilmiyoruz. Ama görünen o ki bazılarımız çok az biliyor…

Her insanın içinde iyiliğe dair emareler bulunduğuna dair tasavvuftan bir menkıbe aktarılır: Bir akşam tekkeye, konaklamak amacıyla bir yolcu misafir olur. Şeyh Efendi bu adamla her ne kadar hoşluğa, esenliğe dair konuşmak istese de adam çok terstir ve her konuda olmadık sözler söyler. Şeyh Efendi’nin musahabeye dair bütün çabaları sonuçsuz kalır. Sonra adam, “Yoldan geldik hayvan acıkmıştır, ben şu merkebin yemini vereyim” diyerek oturduğu yerden kalkıp gider. O sırada Şeyh Efendi derin bir iç çeker ve sonunda iyiliğe, güzelliğe dair konuşabilecekleri ortak bir nokta bulunduğunu düşünür. Çünkü adamın eşeğe yem vermeyi düşünmesi onun içindeki iyiliğin göstergesidir.

---

Tayyip Başçavuş’un yaptığı yanlış olsa da artık asıl istediğim onun ceza alıp bedel ödemesi değil, yaptıklarının yanlış olduğunu anlayıp bu şiddet davranışını tekrarlamamasıydı. Aynı zamanda Ekrem’e de yaşadıklarından dolayı psikolojik destek sağlamak istiyordum. Bunu hem insani hem de askeri görevim olarak görüyordum. Askeri görevim olarak görmemin sebebi benim bir RDM Subayı (Psikolog subay) oluşumdu. Birliğimizdeki sağlık işleriyle ilgilenen personelin başka bir bölgede görevli olması sebebiyle ben onun yerine bakıp sağlık işleriyle ilgileniyordum ama asıl görevim psikologluktu. En azından öyle olması gerekirdi.

Ben yaşananlar üzerine düşünürken Mehmet’in arkadaşlarından Çağrı, olaydan rahatsız olup Ekrem’le görüşmüş. Ona, Tayyip Başçavuş’u CİMER’e şikâyet edebileceğini vs. söylemiş. Çağrı’nın Ekrem’e bunu söyleyişine Tayyip Başçavuş’a yakın olan uzman çavuşlar tanıklık etmiş. Ardından Çağrı’nın bu yaptığı tüm tugayda duyulmuş. Beklendiği gibi Tayyip Başçavuş da duymuş ve öfkelenmiş. Bunlar olurken ben de “psikolog subay” sıfatıyla topçu taburundaki bölük astsubayını arayıp Ekrem’le bir an önce görüşmek istediğimi, Ekrem’i bir an önce Danışmanlık Merkezi’ne göndermesi gerektiğini sert bir dille söyledim. Sert üslubumun sebebi öfke değil, işin aksamamasını istememdi. Çünkü bilirsiniz ki bazı insanlar yumuşak üslubu suistimal etmeye çok yatkındırlar. Topçu taburunun bölük astsubayının yumuşak üslubu suistimal edip etmeyeceğine dair elimde bir bilgi ya da veri yoktu. Ben de risk almayıp sert üslup tercih ettim.

O gün Ekrem’i görüşmeye göndermek şöyle dursun, dört koldan bizi durdurmaya çalıştılar. Çağrı’nın ve benim yaptığım bu hamlelerden sonra önce topçu tabur komutanının vekili olan üsteğmen, sonra da “Halk” isimli albayımız bizi çağırdı.

O günlere dair aldığım notlar çok net. Ama bazı kısımları tam hatırlayamadığım için yanlış bilgi aktarmak istemiyorum. Notlarımda; “3 Ekim’de Çağrı ve biz, ayrı ayrı üsteğmenden ve albaydan fırça yedik” diye yazmışım. Üsteğmenin söylediklerini hatırlamıyorum ama “Halk” isimli albayın söylediklerini hatırlıyorum. Hem de çok iyi hatırlıyorum. Albayın “makamına” Çağrı’yla değil, ismi Turan olan başka bir asteğmenle çıkmıştım. Albaya, Tayyip Başçavuş’la da görüşmek istediğimizi, kendisinin öfke problemi olabileceğini söylediğimde; Albay da bize cevap olarak şunları söylemişti: “Tayyip Başçavuş’la görüşmeniz iyi olur evet. Ama Ekrem’in götünü kaldırmayın!” Aslında “Ekrem’in götünü kaldırmayın” değil; “Erin götünü kaldırmayın” demişti. Çünkü ismini bilmiyordu. Bilmemesi normaldi. Kendisi, konunun uzatılmamasını istemişti. Bu olayla “uğraşmak istemiyordu”.

Adı “Halk” olan albayın bize söylediklerinden sonra cevap olarak: “Aslında yapmaya çalıştığımız şey Er Ekrem’in götünü kaldırmak değil, biz sadece temel insani haklara uygun hareket etmek istiyoruz.” demek istedim. Ama tam o anda içimdeki ses bana kendini duyurdu. Şöyle diyordu: “Uğraşmak istemiyorum!” Sonrasında “Emredersiniz komutanım” dedim ve Turan Asteğmen’le birlikte oradan ayrıldık. Ama meğerse Ekrem bu şiddet olayını CİMER’e yazmayı çoktan kafaya koymuş…

---

4 Ekim Çarşamba

Yakında üst komutanlıklardan birliğimizi denetlemeye gelecekler. Birlik olarak atış, spor vs. konularında çeşitli testlere tabii tutulacağız. Bütün tugay olarak bir yandan da bu testlere hazırlanıyoruz. 4 Ekim’de gün boyu atıştayız. Ekrem’le görüşemedim.

5 Ekim Perşembe

24 saat boyunca nöbetçi olduğum bir gün. Ekrem’le yine görüşemedim. Ama öğle arasında Turan Asteğmen’le beraberken Tayyip Başçavuş bizimle konuşmak istedi. Bu isteği tabii ki geri çevirmedik. Detayları aktarmayacağım. Çünkü yazacak olursam bu bir dergi yazısı değil kitap olur gibi geliyor. Sadece şunları söyleyebilirim: Tayyip Başçavuş bizi dinlemiyordu bile. Sanki biz başçavuşun eşeği, o da eşeğin başçavuşuydu. Tabii dinlememesinde bizim de payımız vardı. Birer psikolog olarak ona önce, onu anladığımızı ve kendisini yargılamayacağımızı hissettirecek cümleler kurmalıydık. Bunu yapamadık. Çünkü olanlardan biz de etkilendik ve o anda içinde bulunduğumuz duruma psikolog gözüyle bakamadık. Bundan emin değilim ama Tayyip’le iyi bir psikolog gibi konuşsak başarılı olabilirdik diye düşünüyorum. Normal bir insan gibi konuşarak iletişim kurmamız çok zordu. O, bize kulak vermedikçe benim konuşma isteğim azaldı. İçimdeki ses bana tekrar fısıldadı: “Uğraşmak istemiyorum!”

6 Ekim Cuma

Topçu taburu komutanının vekili olan üsteğmen ile görüştük. Ekrem’le bizi pazartesi günü görüştüreceğini söyledi. Daha sonra gün içinde albayla karşılaştık. Ekrem’i yatıştırmamız yönünde bizi telkin etti.

7-8 Ekim Cumartesi-Pazar

Hafta sonu olduğu için herhangi bir gelişme yaşanmadı. Ama öyle zannediyorum ki bu aralar Ekrem, ailesi aracılığıyla CİMER’e şikâyette bulunmuş. Çünkü birkaç gün sonra evrak kısmında çalışan bir asçavuştan; Ekrem’in ağzından yazılmış ve içinde, CİMER şikayetinin anlık bir gaza gelişle yapıldığını belirten cümleler bulunan bir belge gönderildiğine dair bilgi edindik. Aşikâr olduğu üzere olayın büyümemesi için gönderilmişti bu belge. Hukukun yok sayıldığı bu tür yöntemler beni zerre şaşırtmadı. Zaten 6 Ekim günü öğle arasında Tayyip Başçavuş’la görüşürken; Ekrem’in haftalar önce gazinodaki başka askerle kavgasına dair tutanak tutturmak istediğini anlamıştık. Anlamıştık derken; kendi ağzıyla söylemişti. Ekrem’e serseri muamelesi yaparak kendi elini güçlendirmek istiyordu. Çünkü korkuyordu.

Bu anlattıklarım sana da tanıdık geliyor değil mi sevgili okur? Bugünlerde başka bir Tayyip başka bir Ekrem’e hırsız muamelesi yapmak istemiyor mu? Askerdeki Ekrem belki biraz serseriydi. Bilemem. Ama sence diğer Ekrem hırsız mı? Yoksa diğer Tayyip de bizim başçavuş gibi korktu da karalama kampanyası mı yapıyor?

9-10 Ekim Pazartesi-Salı

Bugünler için, üsteğmenin Ekrem’i görüşmeye göndermediğini not almışım.

Tam gününü hatırlamıyorum ama bir ara CİMER fikrini Ekrem’e ileten Çağrı ile kısa bir sohbetimiz oldu. Yaşananlarla ilgili ne düşündüğünü sordum. Yakın zamanda terhis olacağını söyledi. O da daha fazla “Uğraşmak istemiyordu.”

11 Ekim Çarşamba

Yine gün boyu atıştaydık. Atışlarda bazen saatlerce beklememiz gerekebiliyordu. Bazen akşamları da “gece atışı” yapıyorduk. Atış olmadığı zamanlarsa sağlık kısmında acil halletmem gereken işlerim olabiliyordu. Sonuçta oradayken bana verilen asıl görev, sağlık işlerini halletmemdi. Ekrem’in peşine düşecek vakit bulamıyordum.

12 Ekim Perşembe

Üsteğmeni tekrar arayıp Ekrem’le görüşme talebimi yineledim. Beni bölük astsubayına yönlendirdi. Astsubayla görüşüp üsteğmenin emri olduğunu ve Ekrem’i göndermesi gerektiğini söyledim. O da: “Birazdan gönderiyorum” dedi. Yarım saat sonra bu kez astsubay beni arayıp şöyle dedi: “Asker şu anda Tayyip Başçavuş’un yanında, isterseniz onunla bir görüşün.”

Tayyip Başçavuş’u arayıp Ekrem’i göndermesi gerektiğini söyledim. O da bana, “Önümüzdeki birlik denetlemesinden dolayı askerler bana lazım, haftaya gönderiyim” dedi. Göz göre göre Ekrem’le görüşmeme engel olmaya çalışıyorlardı. Aslında biraz hırçın davransam istediğim zaman Ekrem’le görüşürdüm. Ama bu olaya ve maruz kaldığımız tavırlara ayıracak enerji bulamıyordum. O günlerde genellikle çok yorgun oluyordum. Telefonu kapattıktan sonra alt devrem Şenol Asteğmen’e dönüp “Daha fazla uğraşmak istemiyorum” dedim. Şenol’a ara ara söylerdim bu cümleyi. Herhangi birisi yapacağımız işi aksattığında, herhangi bir adaletsizliğe şahit olduğumda veya bizzat haksızlığa uğradığımda, herhangi bir saygısızlığa tanık olduğumda ya da herhangi bir problemle karşılaştığımda “Şenol” derdim: “İstesem çözerim ama uğraşmak istemiyorum!” Şenol da ben bir problem üzerine konuşmaya başladım mı hemen esprisini patlatırdı: “Komutanım, isteseydiniz çözerdiniz ama uğraşmak istemediniz değil mi?” Güldürürdü beni. “Evet Şenol, uğraşmak istemedim” derdim. İçimden eklerdim: “Ama bir gün uğraşacağım.”

---

Birkaç hafta sonra, birliğimizdeki hukuk işlerinden sorumlu, hukuk fakültesi mezunu teğmenle sohbet ediyorduk. Kendisine bu şiddet olayından bahsettim. Her aklı başında insanın yapacağı gibi, olanları son derece uygunsuz buldu. Ona, en son albayın sözlerini ilettim. Bunun karşılığında teğmenin söylemleri birdenbire değişti. “Komutan ne dediyse odur!” diyerek karşılık verdi. O da “uğraşmak istemedi.” Zaten dediği gibi oldu sonuçta. Teğmen haklıydı.

---

Yaşananlardan iki hafta kadar sonra Ekrem’i görüp onunla konuştum. Şiddet olayı yaşandıktan sonraki ilk bir hafta boyunca psikolojik olarak zorlandığını ama ilerleyen günlerde çok zorlanmadığını söyledi. Ekrem’e, Tayyip Başçavuş’un davranışının ardındaki olası sebeplerden bahsedip onu anlamasını ve sonrasında da affetmesini isteyecektim. Çünkü içindeki yükten ancak böyle kurtulabilirdi. Aksi takdirde öfkesinin ve kininin esiri olurdu. Ama benim bunları söylememe gerek kalmadı. Çünkü Ekrem bunları zaten büyük ölçüde yapmış görünüyordu. Onu tebrik edip sordum: “Buradan çıktıktan sonra şikayetçi olacak mısın?” Ekrem: Hayır, uğraşmak istemiyorum!” diyerek cevap verdi. Bu cevabın ardından Ekrem konusu kapandı. Tayyip Başçavuş ise yemekhanede bazen beni süzüyordu. Gözlerini hiç yakalamıyordum. Yakalamaya da çalışmıyordum. Ama bakışlarını üzerimde hissediyordum. Birlik içinde denk geldiğimizde selamlaşıyorduk bazen. Ama büyük ihtimalle bana karşı olumsuz düşünceleri de vardı. Ben yine de içimde ona sevgi besliyordum. Oysa bana içinden küfrediyordu belki. Bilmiyorum. Eğer öyleyse bile ruhunun en derinlerinde o da bana seviyordu. Kendisi farkında olsa da olmasa da…

---

Askerlik bitip de eve döndükten sonra bir ara hastaneye gitmem gerekti. Doktor kaba konuşuyordu ve işini iyi yapmıyordu. Üstelik sadece bu doktor değil birçok doktor böyle yapıyordu. Ayrıca yaşlılara kıyasla bana daha iyi davrandıkları söylenebilirdi. Bütün meslek gruplarında vardır böyle insanlar. Ama ben o gün bir doktor üzerinden böyle bir deneyim ediniyordum. Doktoru anlıyordum. Sabahtan akşama kadar neredeyse hiç ara vermeden hasta görüyordu. Kızmıyordum ona. Kızamıyordum. Ama bu işin böyle olmaması gerektiğini düşünüyordum. Fakat bundan daha baskın bir durumum vardı. “Uğraşmak istemiyordum.” Doktora, hastalarla bu şekilde konuşmaması gerektiğini söylesem muhtemelen benimle hemfikir olmayacaktı. Münakaşa edecekti. Sonra da pataklanmaktan korkup pes edecekti. Uğraşmak istemeyecekti. Yahut kavga edecekti. Ya da beni şikâyet edip uğraşmak isteyecekti. Ama ben her ihtimalde de “uğraşmak istemiyordum”.

---

Yolda yürürken bile uğraşmak istemeyeceğiniz birçok durumla karşılaşabiliyorsunuz. Eve doğru yürüyorum. Genç çift, yolun kenarında tartışıyor. Adam kadına bağırıyor. Kadın korkuyor. Vuracak mı acaba?

Derkennnn “Çat” diye bir ses duyuyorum.

Ne, vurdu mu yoksa?

“Koş Muammer!” diyor içimdeki ses. Ama bir yandan da “Uğraşmak istemiyorum” diyor.

Hızla onlara dönüyorum. Sonra anlıyorum ki adam, kadına değil duvara vurmuş. Eli kanıyor. Etraf kalabalık zaten. Bu kalabalığın içinde kadına vuramayacak biri olduğu yüzünden belli oluyor. Tekrar önüme dönüyorum. Eve doğru yürüyorum. Derken bir “Çat” sesi daha!

Ne oldu? Adam kadına bu sefer vurdu galiba.

Hayır. Bu sefer başka biri bana vurdu.

Nasıl yani?

Yolda yürürken başkalarına çarpma konusunda dikkatli olmayan biri bana çarptı. Zaten gerginim. Bu kez “uğraşmak istiyorum”. Yüksek sesle bir cümle kuruyorum: “Önüne baksana lan!”

Adam endişeli gözlerle bana dönüyor: “Kusura bakma” dedikten sonra hızlı adımlarla uzaklaşıyor. Sesimi fazla yükseltmişim sanırım. Adamı korkuttum.

Şimdi üzgünüm biraz. Adamı yakalayıp özür dilemek için bir adım atıyorum. Ama o anda bir şey fark ediyorum: “Uğraşmak istemiyorum”

Eve doğru yürümeye devam ediyorum. Adamdan özür dilemediğim için de üzülüyorum. “Oysa kolayca özür dileyebilen biriydim ben” diye içimden geçirirken bir “Çat” sesi daha!

Şaka gibi. Ama değil. Gerçeğin ta kendisi!

Yine ne oldu?

Bu sefer kilolu bir teyzenin poşetleri kaval kemiğime çarpıyor. Gerçekten canım yandı. Teyze karşıdan gelirken çarpışmayalım diye kenara çekilmiştim zaten. Ama o? Bir santim bile çekilmedi. Mağdur olan ben oldum. “Hangi birinizle uğraşacağız kardeşim, yeter artık!” diyorum içimden. Uğraşmak istesem de istemesem de gücümün bittiğini hissediyorum. Her şeyini kumarda kaybetmiş bir adam gibi hissediyorum. “Dönüp teyzeye kızsam haksız mıyım şimdi? Offff. Haklı olmayı ne çok önemsiyoruz ama!”

Serzenişler eşliğinde yola devam ediyorum. Duygularımın etkisi azaldıkça mantığım yeniden devreye giriyor ve düşünüyorum: “Teyze kilolu biriydi. Onun bir santim bile yolunu değiştirmesi standart kilolardaki herhangi birine göre daha zor olsa gerek. Ayrıca stresli görünüyordu. Belki akşam evde ne yemek yapacağını düşünüyordur. Ya da parayı ay sonuna nasıl yetiştireceğini. Bu kadar dalgınken poşetlerinin bana çarpacağını hesaplayamaması normal. Hem pamuk gibi bir kadına benziyordu. Kolay olan kızmak Muammer. Bu yolu seçeceğine insanlara anlayışla yaklaş!”

Sağ salim eve ulaşabildikten sonra Şenol’la telefonda konuşuyorum. O hâlâ askerde. Bir konuda fikrimi almak istiyor. Konuyu hatırlamıyorum. Ama “Şöyle şöyle olursa böyle böyle yapabilirsin” diyerek ona bir yol çizmeye çalışıyorum. Şenol’un bana verdiği cevapsa çok manidar: “Onlarla uğraşmak istemiyorum!”

Eee, ne oldu şimdi yani?

Şenol’a kapak mı yapmış oldum?

Tabii ki hayır.

Hayatın kuralı bu. İnsan çoğu zaman birçok şeyle uğraşmak istemeyebiliyor. Önce zihninde tartıyor; “Benim bunu yapmak için neler vermem gerekir, yaptıktan sonra karşılığında ne kazanırım?” Eksiler ve artılar hesaplandıktan sonra zarara uğrayacağını düşünüyorsa ya da daha doğru ifadeyle elde edeceklerinin sarf ettiği çabaya, uğradığı zarara ve sunduğu fedakârlıklara değmeyeceğini düşünüyorsa daha fazla uğraşmak istemiyor. İşin sonunda başarıya ulaşacağını ve elde edeceği şeyin buna değer olduğunu düşünüyorsa uğraşmak istiyor. Peki ya özgürlük? Özgürlük için uğraşmaya değer mi sence sevgili okur?

---

Sadece olumsuz durumlar üzerinden örnek vermemek gerek. Bazen bir arkadaşınız doğrudan iyi niyetlerle size bir şeyler ısmarlamak ister. Ama siz onu kendinize yeterince yakın bulmuyorsunuzdur. Teklifini reddetmek istersiniz. Reddettiğinizdeyse ısrar edeceğini bilirsiniz. Uğraşmak istemez ve şöyle dersiniz: “Tamam dostum, kahveler senden olsun.”

---

Bugün güzel Türkiye’mizdeki durum da askerde olanlardan çok farklı değil. Birileri kendi iktidarını sağlamlaştırmak için bir başkasını hak hukuk gözetmeden saf dışı bırakmakta sakınca görmüyor ve halkımız tıpkı askerdeki albay gibi hukukun yanında yer almaktansa olayları görmezden geliyor. “Bana değmeyen yılan bin yaşasın” diyor. Belki Ekrem’lerin eleştirilecek çok tarafları vardır. Ama burada mesele Ekrem’ler değil, hukuk.

Askerde, olan her şey komutanın sorumluluğundadır. Öyle de olması gerekir. Çünkü komutan askerler üzerinde yönetme yetkisine sahiptir. Eğer birlik içinde Tayyip Başçavuş bir yanlış yapıyorsa bunun bir sorumlusu da albaydır. Bir ülkedeyse her şeyin sorumlusu halktır. Aslında halk, tıpkı askerdeki albay gibi herkesten güçlüdür. Ama maalesef Tayyip Başçavuş ve albay gibi halk da hukukun ne olduğunu bilmiyor. Şimdi albayın adına neden “Halk” dediğimizi daha iyi anlıyorsun değil mi sevgili okur? Peki sen biliyor musun hukukun ne olduğunu? Yoksa biliyorsun fakat uğraşmak mı istemiyorsun? Seni bilmem. Ama ben artık artıları ve eksileri hesapladığım zaman uğraşmak istiyorum. En azından bazı haksızlıklarla artık uğraşmak istiyorum. Uğraşmak istiyorum çünkü bu halde nefes bile alamıyorum. O gün geldi Şenol! Artık bana o espriyi yapamayacaksın.

“Uğraşmak istiyorsun ama neler yapıyorsun?” diye soracak olursan sevgili okur; bu yazıyı örnek gösteririm sana. İster binlerce kişi okusun ister hiç kimse. Yine de yazıyorum. Belki yine yenilirim ama en azından safım belli olur. İbrahim’i yakmak isteyen ateşe su taşıyan karınca misali…

Ve biliyorum ki tek karınca ben değilim.


Not

Yazıdaki zaman eklerinin kullanımında karışıklık var. Düzeltmeye üşendim, uğraşmak istemedim. Neden sence?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder